26 Ekim 2017 Perşembe

Osman Kavala, Birikim ve İletişim


Ayın on sekizinde Osman Kavala’yı gözaltına aldılar. Yöntem de ilginçti, uçaktan inmesini bile beklemediler. Haberi okur okumaz “eyvah” dedim kendi kendime. Bu kesinlikle bir algı operasyonuydu ve hazırlanmış bir senaryoya göre yürütüldüğü belliydi.


Ne Kızıl Milyarder, Ne Robin Hood. Sadece İNSAN!


Havuz medyasının anında benzer manşetlerle olayın üzerine atlaması, bu tezi destekliyordu. Ama ağzımdan asıl “eyvah” feryadı, AKP Genel Başkanı’nın bu konuda söylediklerinden sonra fışkırdı. Gezi’nin finansörlüğünden Büyükada Komplosu’na kadar her saçmalık, Osman Kavala’nın üzerine yıkılmaya çalışılıyordu.

Osman Kavala'ya İlişkin Bir Anım


Şimdi Osman Kavala’yı nereden tanıdığımı anlatayım. Osman ile aramızda aslında annesinin ailesi üzerinden bir hısımlık bağı da var. Ama tanışmamızdan bu yana o konu hiç açılmadı. Ben Kavala Grubu’na şu ya da bu şekilde bağlı bir iki firmada çalıştım. Oralardaki konumum gereği de karşılaşmalarımız oldu. Daha sonra ben olaylı bir şekilde gruptan ayrıldım ve İletişim Yayınları’nın 30.Yılı için Tütün Deposu’nda yapılan davet haricinde pek az karşılaştık. 

Ama gerek karşılaşmalarımda izlediğim tavırları gerekse sağdan soldan duyduklarım, arkadaş çevrelerinde anlatılanlar, nasıl bir insan olduğu hakkında bir fikir edinmemi sağladı. Kendi gördüğüm anlık bir olayı anlatayım mesela:

Kavala Grubu, kurucusu rahmetli Mehmet Kavala’nın koymuş olduğu oldukça otokratik, hizmetli personelin kendi içinde akrabalık ya da hemşehrilik esasına göre istihdam edildiği bir kurumdu. Bu hizmetlilerin en önde geleni babasının vefatından sonra Osman Kavala’yı adeta bir miras gibi devraldı ve sahiplendi.

İlk günlerden birinde bir işim için uğradığım yönetim katında otururken Osman Kavala odasından hızla çıktı, asansöre yönelmişken bizi gördü, selam verdi. Dönüp asansörün kapısına el attığı anda kapının bahsettiğim hizmetli tarafından açılmış olduğunu gördü. Bir şey demedi, ama kızdığı belli oldu. Çünkü ne böyle bir şeye alışıktı, ne de böyle bir talebi vardı.

Olay büyüdü, çünkü böyle bir kızgınlığın nedenini anlayamayan ilgili personel (adını vermiyorum, bir dolu akrabasıyla hala görüşüyorum) inanılmaz üzülmüş, olayı şahsına bir kızgınlık olarak almış ve adeta çökmüştü. Yakından şahit olduğumuz bu durumu daha sonra resmen bir heyet halinde Osman Kavala’ya anlatmaya çalıştık. Anladığından, en azından özümsediğinden emin değilim ama, o da personelin üzülmüş olmasına çok üzüldüğünden oturup bir anlaşma yaptıklarını hatırlıyorum. Eğer Osman Kavala asansöre giderken kimse yoksa, kapıyı kendisi açabilecekti. Ama eğer ilgili personel oralardaysa, kapıyı onun açmasına izin verecekti. Bildiğim kadarıyla, Osman Kavala asansörün kapısını bizzat açıp binmeye pek muvaffak olamadı.

Tabii, denebilir ki, adam kapıda dikilir, görevi odur, işi o kadardı. Bu durum da normaldi. Sizi şaşırtayım, o personel şirketin muhasebesinde koltuk kasasında her an kaç para olduğunu bilirdi, gereken masraflar için oradan gereken kadar para çekmeye ve hesabını sadece Osman Kavala ve annesine vermeye yetkiliydi. Ama eğer iş icabı bina dışındaysa yeğenlerinden biri mutlaka tesadüfen asansör yakınlarında olurdu.

Peki, Osman Kavala’yı Aldılar. Kim Ne Dedi?


Önce şunu bir kez vurgulamalıyım: Osman Kavala, uluslararası mahkûm pazarlıklarında kullanılmak üzere rehin alınmıştır.

Bugün itibarıyla savcı tarafından Büyükada gözaltısındaki rehin ve rehinelerin tahliyeleri gerçekleştiğinden (ya da bu durum daha önceden belirlenmiş olduğundan), yeni ve uluslararası tanınırlığı bakımından daha büyük bir balığın ağa alınmasında yarar görülmüş olmalıdır.

Benim üzüldüğüm husus, AKP Genel Başkanı’nın parti grup toplantısında yaptığı konuşmada, Kavala’yı olmayacak konularda suçlaması nedeniyle, bu rehin ve kurban durumunun uzun sürmesi ihtimalidir.

Şimdi siz okuyucularımdan bazı ricalarım olacak.

Lütfen Ayşenur Arslan’ın 21.10.2017 tarihli Birgün Gazetesi’indeki “Osman Kavala vs Doğu Perinçek!” başlıklı yazısını okuyun. Doğru aydın tavrı bakımından ilk örnek. Ayın 19’unda haber oldu, yazı ya hemen ya da ertesi gün yazıldı ki, ayın 21’inde yayınlandı.

Ardından, Osman Kavala ile hiç tanışmamış olduğunu söyleyen Ayça Atikoğlu’nun T24 internet gazetesinde yazdığı yazıyı, kısa olduğu için buraya koyuyorum. Bunu da okuyun. Yine aydın tavrı bakışıyla tabii.

"Hiç tanışmadık. Efsanesi 1980'lerde başlamıştı, solculara bütün kapılar kapanırken o evinin kapısını da iş yerinin kapısını da sonuna kadar açmıştı.
Herkes korkmuştu, o değil. Çok zengindi, bir bankacı arkadaşımın iddiasına göre gayrimenkullerinin sayısını bilmiyordu. Yani, korkması için daha fazla sebebi vardı aslında. Ama o, işin o tarafında değildi besbelli(...)
Memlekette sıkıntı çeken, zor durumda olan hemen herkese koşuyordu sanki... Sokak çocukları için sahip olduğu binalardan birini tahsis etmişti. Atık kağıtları yeniden üreten kadınların ve çocukların zanaat sahibi olması için yıllarca uğraştı, o alanda uğraş veren arkadaşlarım en önemli destekçilerinin O olduğunu söylüyorlardı. İstiklal Caddesi'nde yürürken bacağına, beline sarılan "Pis kokulu" çocukları içten kucaklayışı bilmeyenleri şaşırtır, bilenleri gülümsetirdi ama her şartta yürek ısıtırdı.
Ucuz havayollarının ekonomi sınıfında uçar, lükse tenezzül etmezdi. Millet giderken o dönüyordu...
Yeşilleri de destekliyordu, liberalleri de. Öyle sözle değil, bizzat omuz vererek, maddi-manevi bir duruş ile...
İstanbul'daki gayrimenkullerinin bir kısmını onarıp kültür merkezi haline getirdi. Oralarda nice filmler izledik, sergiler gezdik... Yemek enstalasyonu vesilesi ile aş evi gibi yemek yediğimiz de oldu.
Hrant Dink öldürüldüğünde, yüz binler cenazesinin ardından yürürken, Tophane'deki binasında ünlü bir yemek yazarımıza rica edip helva kavurttu. Hrant'ın helvasını da unutmadı yani.
Sanki "Devlet Baba"nın yapması gerekenleri o yapıyordu, hep veriyordu...
Vermek deyince ülke İstanbul'dan ibaret değil tabii Anadolu'da kültür evleri açmaya başladı, Anadolu Sanatları... 
Ben gitmedim ama sayısız gazeteci arkadaşım Kars'a ve birçok başka yere davet edildi etkinlikler için. (...)
Anadolu Hisarı'ndaki çıkmaz sokağa taşındığımızda yanımızdaki mescidin tuvaleti çok pisti. Bir gün imama "Camiye pis tuvalet hiç yakışıyor mu?" diyecek oldum . "Haklısınız. Bir kere Osman Kavala'dan rica ettik. Ekip gönderdi, temizletti. Ama çalışan yok, yetişemiyoruz. Yine pislendi." dedi. Caminin temizliği için bile akla gelebiliyordu, imamın da ricasını geri çevirmiyordu...
Hiç tanışmadığımız halde hakkında hatırladıklarımdan sadece birkaçı bunlar. Bu topraklarda zor durumda bildiği herkese koşan bir adam. Robin Hood gibi diyeceğim ama o da değil. Zenginden alıp fakire vermiyor çünkü. Doğrudan elini cebine atıyor.
Para ve güce kilitlenmiş olan memleketimizde, "Almadan veren" bir tek O'nu biliyorum. (Netice itibariyle, iş adamı ticari faaliyet ve kazançları nelerdir bilmiyorum. Benim bildiklerim, STK ve kültür dünyasına katkıları)
Bu kadar sevaba ne günah işledi de gözaltına alındı bilemeyeceğim ama bu sessizlik kabul edilir gibi değil!"

Kısa bir alıntı daha koyacağım. Facebook’ta görmüyor olabilirsiniz. Yıllardır Birikim Yayınları’nın eli ayağı olan Abdullah Onay yazmış.

“Osman Kavala'nın gözaltına alınması belki yarın öbür gün tutuklanacak olması üzerine söylenecek şeyler söylendi, (beyin yakan derin siyasi analizleri kastetmiyorum) Birikim'in açıklaması da var. Kişisel olarak da söyleceğim pek bir şey yok. Ama meselenin bir başka yönüne ilişkin iki çift laf etmek isterim. 
Yıllarca üç-beş yolunu bulmak için kapısını aşındırıp, (evinin iç mimarisini yaptırıp parasını Osman'a ödetenleri bile hatırlıyorum) şimdi iktidar sofrasına kepçeyle oturanların bir kelime etmemesi utanç verici, o ithamların doğru olmadığını herhalde en iyi onlar bilir. Korkularından elbet; can korkularından değil, tıksırıp çatlamadan o sofradan kalkmaktan korktukları için. 
Şu da bir ironi, yıllarca sivil toplum için çalışan biri için sivil toplumdan bir tepki gelmemesini de, "memleketimizde sivil toplum" bahsinde yeniden düşünmek lazım. Ya da alışmadık götte don durmaz...”

Son olarak kadim dostum Ümit Kıvanç’ın T24’de başka bir konudaki yazısının sonuna eklediği bölümü koyuyorum:

“Bir arkadaşımı daha, Osman’ı (Kavala) gözaltına aldılar ve muhtemelen uzun sürecek bir eziyetin mağduru haline getirecekler. Onun hayatını ne iyilikler için çırpınarak geçirdiğini, kimlere ne iyiliklerinin dokunduğunu, ne kadar çok hayırlı işe vesile olduğunu, üstelik ne kadar alçakgönüllü bir insan olduğunu anlatmak üzere yazı yazmak istiyor, fakat beceremiyorum. Çünkü bu konu o kadar açık, bulutsuz bir gökyüzü gibi öylesine berrak ki, anlatacak pek ayrıntısı yok. Tanıyan tanır, bilen bilir. İşin acayip tarafı, bugün ona iç kaldırıcı bir ihtirasla saldıranların bir kısmı da tanır, bilir.

Osman hakkında yazayım dediğimde, onun hakkında olmadık hakaretleri şehvetle ortaya saçanlar, yalanlar iftiralar uydurarak hem onun hem temsil ettiğini düşündükleri başkalarının hayatını karartmaya çalışanlar, dikkatimi çeliyor, görüş alanıma giriyor, güzelim deniz kenarına park edilmiş çirkin arabalar gibi. Onlardan bahsetmeye kalkıştığımdaysa midem kalkıyor. Ayrıca, ne denir, bilemiyorum. Ben de Weinstein’ın asistanlarına çevirdim rotayı. Bir psikiyatr veya sosyal psikologun dosyalarında hepsinin biraraya gelebileceğini sanıyorum.”

Eeeee, artık yeri geldi. Osman Kavala’nın göz altına alınmasından epey bir süre sonra, haberlerin çoğunda şahsıyla iltisaklı olarak adı geçen Birikim Dergisi’nin ve İletişim Yayınları’nın konuya ilişkin yaptıkları açıklamalara (tabii yine aydın tavrı bağlamında okunacak):





Bir dolu editörün, ömrünü yazı yazarak geçirmiş teorisyen, yazar, ahkâmcı, her şeyi bilenin olduğu bu iki yayınevinde, bu olay için hem ifade, hem gramer hem de özellikle içerik bakımından bu iki kepaze bildiri yazılabiliyorsa...

Biri Türkiye’nin en büyük ve en “misyonlu” yayınevi olma iddiasında, diğeri varolan sosyalizm teorilerine tükürüp Dünya Sosyalizmi’ne yepyeni bir intizam verme iddiasında olan iki yayınevi, bugün gelinmiş olan koşullarda hâlâ böylesi eyyamcı tavırlar içindeyse, yuh olsun onların ervahına!!!


“Ceterum censeo Carthaginem esse delendam...”

“Bana soracak olursanız, Kartaca mutlaka yıkılmalıdır.”

“Si vis pacem, para bellum”

“Barışı istiyorsan, savaşa hazır ol”




                            

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder